23 Ağustos 2016 Salı

ŞEREFE




-Asarlar mı sence?

-Yok canım nereye asıyorlar, asmazlar, asamazlar.

-Değil mi ya? 10 yıl memlekete başvekillik yapmış adamı asmak kolay mı!


       İstanbul’un kalbi değil de cinsel organıydı Beyoğlu. Işıl ışıl sokakları, cıvıl cıvıl meyhaneleri, gariban, öğrenci mekanı birahaneleri, köşe başları tutulmuş ara sokakları, ölüm gibi kaçışı olmayan çıkmaz sokakları, tarihi binaları, çiftlerin uğrak yeri olan pastahaneleri, ortasından tek tük otomobil geçen istiklal caddesi ve kaldırımlarında yürüyen envaî çeşit insan. 

      Yine o akşam içkili, içkisiz mekanlar yığınla insanı buyur etmişti masalarına. Bir sokakta takım elbiseleriyle kalantor kimseler meyhane masalarında, diğer sokakta durumu “eh işte” olan kimseler tahta masalarda ab-ı hayat suyunu vücutlarına zerk ediyorlardı. Beyoğlu’nun alamet-i farikası buydu işte. Her çeşit insanın olması, farklılığın her adımda anlaşılması fakat ortak noktanın Beyoğlu’nda olmanın verdiği mutluluğun yüzüne yansımasıydı insanlarda.

     O vakitler ülkede aşklar, hüzünler, dertler, sıkıntılar unutulmuştu. Varsa yoksa Yassı ada idi konuşulan. Tüm muhabbetler en nihayetinde oraya bağlanıyordu. Bayar, menderes, köpek davası, bebek davası, düşükler, milli birlik komitesi… Akşam olduğunda herkes radyonun başucuna oturuyor, Yassı ada’da bugün neler yaşandığını öğreniyor, ardından da derin muhabbetlere girişiyorlardı. İşte Beyoğlu’nda da lüks bir meyhanede o derin muhabbetler her masada cereyan ediyordu. Bürokratların, diplomatların, ataşelerin, üst düzey askerlerin ve de onların çocuklarının kısacası sosyetenin uğrak yeriydi bu meyhane.

     Hemen kapının sol yanındaki bir masada bir binbaşı ve Clark Gable görünümlü biri kadehlerini kaldırdı ve “Türk ordusunun şerefine” diye bağırarak tokuşturdu. O bağırtıya ta uç masadan karşılık geldi:

        “Yaşa Türk ordusu, binlerce kez şerefine

     Kısa bir süre alkış koptu ve ardından herkes kendi masasındaki yaşantıya döndü. Binbaşının masasının arka cephesinde oturan 6 kişilik bir grup bu kısa süreli gösteriye pek de cevap vermedi. 10 dakika önce masaya oturmuş 30-35 yaşlarında, iyi giyimli bir gruptu bu. Masa yavaş yavaş donatılmış, mezeler masanın belli başlı yerlerine konuşlanmıştı.  İlk kadehler dolmuş ve bardaklar havaya kaldırılmıştı:

     “Uzunca süredir seyreden müstesna dostluğumuza”

     Bu 6 kişi, 10 yıllık Demokrat Parti iktidarındaki kalkınma hamleleriyle ceplerini doldurmuş, sınıf atlamış ailelerin çocuklarıydı. Darbe ile birlikte içlerinde bir endişe ve korku belirmiş, Yassıada’daki Menderes’in aciz görüntüsü de hüznü beraberinde getirmişti. Darbe bu 10 yıllık iktidarı bütünüyle düşükler diye nitelemişti. Sokaklarda onların adını ağza almak vatana, millete hıyanet demekti. Bu hıyanete girişecek tavırdaydı hepsi aslında ama bir korku vardı içlerinde. Havadan sudan muhabbetlerle kadehler dolup boşalıyordu şimdilik. Masadaki binbaşı zembereğinden fırlamış akrep misali oturduğu sandalyeden doğruldu:

      -Ordunun bu eylemi müstesna bir eylemdir. Bunu inkar eden şerefsizdir, alçaktır. Psikopat bir zihniyetin tezahürüydü bu herifler. Askerler yönetime el koymasaydı da bu herifler ülkeyi uçuruma mı sürükleseydi. Ayrıca sadece ordu mu istedi bunu. Öncesinde “Ordu göreve” diye bağıranlar Alman vatandaşı mıydı? Hayır. Bu ülkenin vatandaşıydılar. 27 mayıs sabahı askerleri omuzlarda taşıyan kimlerdi, tabi ki bu müdahaleyi arzulayanlardı. Hepimiz İnönü’nün askerleriyiz.

     Karşısında oturan kişiden onayı aldıktan sonra hesabı istedi binbaşı ve masadan kalktılar. O ana kadar binbaşıdan çekinen, sessizce Yassı ada’da yaşanan hadiselerden bahseden 6 genç biraz rahatlamışlardı.

     -Neredeyse masalarını yerle yeksan edecektim. Orospu çocuğu bin başına bak. O kadar hizmeti Alman vatandaşına mı getirdi peki Menderes? Ülkeyi krizden alıp refaha sürükleyenleri unutmasın bu millet. Nankör herifler!

     -Doğru diyorsun da 1957 seçimlerinden sonra biraz karışmadı mı ortalık. Gücün verdiği sarhoşlukla tökezledi Menderes ve çevresi. Hatta öncesinde de yanlış eylemleri vardı, halk evleri ve köy enstitülerinin kapatılması çok yanlış bir karardı.

     Kadehini dikip masaya koyan Burhan söze girdi:

     -Komünist yetiştiren bu kurumların kapatılması müspet bir karardı bence. Sovyet tehdidi neticesinde Amerika’ya yanaşmak hatta Kore’ye asker gönderip NATO’ya girmek de çok doğru eylemlerdi.

    -Daha önce adını duymadığımız, binlerce km uzaklıkta olan Kore’ye asker göndermek mi doğru bir karardı? Kaç vatan evladı o meçhul topraklarda şehit düştü. Ne uğruna, NATO denen bir kurum  uğruna. Bence fevkalade yanlış bir karardı.

    Başıyla Kenan’ın dediklerini onaylayan Selim:

   -Doğru söylüyor Kenan ki bunu orada arkadaşı şehit düşmüş biri olarak söylüyorum. Eğri oturalım doğru konuşalım, ne kadar doğrusu olsa da yanlışları da olmuştur bu iktidarın.

   -Bunları geçelim beyler, bu kıyafetlerle,cüzdanımızdaki kabarıklıkla ve de kartvizitimizle bu masada oluşumuz tamamen Demokrat Parti’nin iktisadi kalkınma planlarıyla olmuştur. Ayrıca radyoda Vatan Cephe’sinde hepinizin ismi okundu.

    -O radyoda Chpli kuzenimin ismi bile okundu, önlerine gelen her ismi kalabalık yapsın diye okuyorlardı, bunu hepimiz biliyoruz. Ayrıca seni 555K eyleminde en ön saflarda görmüşler, buna ne diyeceksin?

   -Orda galeyana geldim, hepsi bu. Fıtratımı biliyorsunuz, böyle nümayişlerde en ön saflara balıklama atlama huyum var.

    Sigarasını ateşleyen Kenan alaycı bir tavırla:

   -Evet canım biliyoruz, 6-7 Eylül’de Beyoğlu’nda en önde yağmacılarla birlikte olan sendin.

   -O hamasi bir duyguydu, Atatürk’ün evinin bombalanması haberi bu duyguları kabarttı birden. Tabi haberin yanlış olması o olayları doğru göstermez. Orada olmam bittabi hataydı.

    Sigarasını küllüğe çırpan Selim masanın ortasına mıh gibi çaktı gözlerini.

    -Lorik Hanım vefat etmiş.

    -Lorik Teyze mi? Yapma be!

    -Lorik Teyze kim?

    Kenan, Selim’e döndü suratını.

    -Ermeni kendisi. Adalar’daki yazlık evimizin komşusuydu. Burhan ve diğer çocuklarla sokakta oynadıktan sonra bizi çağırır kurabiye ve şerbet verirdi. Bahçedeki meyve ağaçlarından dut, kayısı, erik envai çeşit meyveyi önümüze serirdi. Ailelerimizle arası çok iyiydi, geceleri annem ve teyzemle otururdu bahçede. Çok iyi kadındı. Bayramlarda verdiği mendiller hala saklıdır bende. Beyoğlu’nda terzi dükkanı vardı. Annemin, ablamın elbiselerinin çoğu onun elinden çıkmaydı. 6-7 Eylül olaylarındaki o infiâl de onun dükkanını da yağmalamışlar, yerle yeksan etmişler ortalığı. Bir de üstüne tehdit etmişler kadıncağızı. Memleketindeki bu tavır onda derin bir acı yaratmış, Adalar’dan bir daha hiç çıkmamış, şehre hiç düşmemiş yolu. Kahrından ölmüş anlayacağın.

    Burhan elini yanağında gezdirdi bir süre, sonra yumruk haline getirdi. Pişmanlığını gizlemeye çalışırmış gibi yumruk ettiği elinin içinde. Bir süre sessizlik içinde içkilerini yudumladılar. Yavaş yavaş meyhanenin masaları boşalmaya başlamış, çakır keyfler Beyoğlu sokaklarına atmışlardı kendilerini. Pek konuşmayı sevmeyen Ragıp, sessizliği bozmak için masanın ortasına bir soru fırlattı:

       -Asarlar mı sence?

      -Yok canım nereye asıyorlar, asmazlar, asamazlar.

      -Değil mi ya? 10 yıl memlekete başvekillik yapmış adamı asmak kolay mı! Bundan sonra mecliste ne olur acaba?

      -Ne olacak ki, atmosfer direkt belli zaten. İsmet Paşa, gerdeğe girecek bir delikanlı gibi iktidar için sabırsızlanıyor. Chp’nin artık değişmesi, revizyona uğraması gerek.

     -Kim gelecek Abi, Nihat Erim mi? Adam da bir kere liderlik vasfı yok.

     Kadehler döngü halini almıştı ve artık ağızlardan sarhoşluğun verdiği yetkiye dayanarak çıkan cümleler vardı sadece. Hayatın üzerinden kısaca bir geçildikten sonra Burhan bir elinde kadehi diğer elinde sigarası ayağa kalktı. Bu mertebeyi de beğenmeyip sandalyenin üstüne çıktı. Masadakiler de bir şaşkınlık hali. Kadehi kaldırdı ve bağırarak;

   -Benim için hala başvekil olan Adnan Menderes’in şerefine.

    Diğer 5 kişiyi ayıltan bir cümleydi bu, masa buz kesti resmen. Şu ahval ve şeraitte söylenecek bir cümle miydi bu? Bırak söylemeyi, düşünmesi bile hayatını tehlikeye atmaktı. Fakat laf ağızdan çıkmıştı, dilin kemiği yoktu. Tüm meyhane duymuştu bu cümleleri. Meyhane de ve masalrda hafif bir hareketlilik hasıl oldu. Ragıp kalksak mı artık diye sordu masadakilere, fakat şişe bitmeden kalkmak olmazdı, oturmaya devam ettiler. Yaklaşık yarım saat sonra birkaç polis meyhaneden içeri girdi, masadakiler asayiş kontrolü diye pek önemsediler polisi. Polisler garsonlarla bir süre konuştuktan sonra masalarına doğru hareketlendiler. Bu asayiş kontrolü değildi, biri ihbar etmişti besbelli. Polis amiri, inkilap aleyine konuşmaktan bu 6 kişiyi tevkif ettiğini söyledi. 3 gün sonra Cumhuriyet gazetesinin başsayfasının alt kısmında şöyle bir habere konu oldular:

6 kişi Menderes için kadeh kaldırmaktan ve inkilap aleyhine konuşmaktan sanık.”


Zeyrek 

Ankara 

2016