-Asarlar mı sence?
-Yok canım nereye asıyorlar, asmazlar, asamazlar.
-Değil mi ya? 10 yıl memlekete başvekillik yapmış adamı
asmak kolay mı!
İstanbul’un kalbi
değil de cinsel organıydı Beyoğlu. Işıl ışıl sokakları, cıvıl cıvıl
meyhaneleri, gariban, öğrenci mekanı birahaneleri, köşe başları tutulmuş ara
sokakları, ölüm gibi kaçışı olmayan çıkmaz sokakları, tarihi binaları,
çiftlerin uğrak yeri olan pastahaneleri, ortasından tek tük otomobil geçen
istiklal caddesi ve kaldırımlarında yürüyen envaî çeşit insan.
Yine o akşam içkili,
içkisiz mekanlar yığınla insanı buyur etmişti masalarına. Bir sokakta takım
elbiseleriyle kalantor kimseler meyhane masalarında, diğer sokakta durumu “eh
işte” olan kimseler tahta masalarda ab-ı hayat suyunu vücutlarına zerk
ediyorlardı. Beyoğlu’nun alamet-i farikası buydu işte. Her çeşit insanın
olması, farklılığın her adımda anlaşılması fakat ortak noktanın Beyoğlu’nda olmanın
verdiği mutluluğun yüzüne yansımasıydı insanlarda.
O vakitler ülkede
aşklar, hüzünler, dertler, sıkıntılar unutulmuştu. Varsa yoksa Yassı ada idi
konuşulan. Tüm muhabbetler en nihayetinde oraya bağlanıyordu. Bayar, menderes,
köpek davası, bebek davası, düşükler, milli birlik komitesi… Akşam olduğunda
herkes radyonun başucuna oturuyor, Yassı ada’da bugün neler yaşandığını
öğreniyor, ardından da derin muhabbetlere girişiyorlardı. İşte Beyoğlu’nda da
lüks bir meyhanede o derin muhabbetler her masada cereyan ediyordu.
Bürokratların, diplomatların, ataşelerin, üst düzey askerlerin ve de onların
çocuklarının kısacası sosyetenin uğrak yeriydi bu meyhane.
Hemen kapının sol
yanındaki bir masada bir binbaşı ve Clark Gable görünümlü biri kadehlerini
kaldırdı ve “Türk ordusunun şerefine” diye bağırarak tokuşturdu. O bağırtıya ta
uç masadan karşılık geldi:
“Yaşa Türk ordusu, binlerce kez şerefine”
Kısa bir süre alkış koptu ve ardından herkes kendi
masasındaki yaşantıya döndü. Binbaşının masasının arka cephesinde oturan 6
kişilik bir grup bu kısa süreli gösteriye pek de cevap vermedi. 10 dakika önce
masaya oturmuş 30-35 yaşlarında, iyi giyimli bir gruptu bu. Masa yavaş yavaş
donatılmış, mezeler masanın belli başlı yerlerine konuşlanmıştı. İlk kadehler dolmuş ve bardaklar havaya
kaldırılmıştı:
“Uzunca süredir seyreden müstesna dostluğumuza”
Bu 6 kişi, 10 yıllık
Demokrat Parti iktidarındaki kalkınma hamleleriyle ceplerini doldurmuş, sınıf
atlamış ailelerin çocuklarıydı. Darbe ile birlikte içlerinde bir endişe ve
korku belirmiş, Yassıada’daki Menderes’in aciz görüntüsü de hüznü beraberinde
getirmişti. Darbe bu 10 yıllık iktidarı bütünüyle düşükler diye nitelemişti.
Sokaklarda onların adını ağza almak vatana, millete hıyanet demekti. Bu
hıyanete girişecek tavırdaydı hepsi aslında ama bir korku vardı içlerinde.
Havadan sudan muhabbetlerle kadehler dolup boşalıyordu şimdilik. Masadaki
binbaşı zembereğinden fırlamış akrep misali oturduğu sandalyeden doğruldu:
-Ordunun bu eylemi müstesna bir eylemdir. Bunu inkar eden şerefsizdir, alçaktır. Psikopat
bir zihniyetin tezahürüydü bu herifler. Askerler yönetime el koymasaydı da bu
herifler ülkeyi uçuruma mı sürükleseydi. Ayrıca sadece ordu mu istedi bunu.
Öncesinde “Ordu göreve” diye bağıranlar Alman vatandaşı mıydı? Hayır. Bu ülkenin
vatandaşıydılar. 27 mayıs sabahı askerleri omuzlarda taşıyan kimlerdi, tabi ki
bu müdahaleyi arzulayanlardı. Hepimiz İnönü’nün askerleriyiz.
Karşısında oturan
kişiden onayı aldıktan sonra hesabı istedi binbaşı ve masadan kalktılar. O ana
kadar binbaşıdan çekinen, sessizce Yassı ada’da yaşanan hadiselerden bahseden 6
genç biraz rahatlamışlardı.
-Neredeyse masalarını yerle yeksan edecektim. Orospu çocuğu
bin başına bak. O kadar hizmeti Alman vatandaşına mı getirdi peki Menderes?
Ülkeyi krizden alıp refaha sürükleyenleri unutmasın bu millet. Nankör herifler!
-Doğru diyorsun da 1957 seçimlerinden sonra biraz karışmadı
mı ortalık. Gücün verdiği sarhoşlukla tökezledi Menderes ve çevresi. Hatta
öncesinde de yanlış eylemleri vardı, halk evleri ve köy enstitülerinin
kapatılması çok yanlış bir karardı.
Kadehini dikip masaya
koyan Burhan söze girdi:
-Komünist yetiştiren bu kurumların kapatılması müspet bir
karardı bence. Sovyet tehdidi neticesinde Amerika’ya yanaşmak hatta Kore’ye
asker gönderip NATO’ya girmek de çok doğru eylemlerdi.
-Daha önce adını duymadığımız, binlerce km uzaklıkta olan
Kore’ye asker göndermek mi doğru bir karardı? Kaç vatan evladı o meçhul
topraklarda şehit düştü. Ne uğruna, NATO denen bir kurum uğruna. Bence fevkalade yanlış bir karardı.
Başıyla Kenan’ın dediklerini onaylayan Selim:
-Doğru söylüyor Kenan ki bunu orada arkadaşı şehit düşmüş
biri olarak söylüyorum. Eğri oturalım doğru konuşalım, ne kadar doğrusu olsa da
yanlışları da olmuştur bu iktidarın.
-Bunları geçelim beyler, bu kıyafetlerle,cüzdanımızdaki
kabarıklıkla ve de kartvizitimizle bu masada oluşumuz tamamen Demokrat
Parti’nin iktisadi kalkınma planlarıyla olmuştur. Ayrıca radyoda Vatan
Cephe’sinde hepinizin ismi okundu.
-O radyoda Chpli kuzenimin ismi bile okundu, önlerine gelen
her ismi kalabalık yapsın diye okuyorlardı, bunu hepimiz biliyoruz. Ayrıca seni
555K eyleminde en ön saflarda görmüşler, buna ne diyeceksin?
-Orda galeyana geldim, hepsi bu. Fıtratımı biliyorsunuz,
böyle nümayişlerde en ön saflara balıklama atlama huyum var.
Sigarasını ateşleyen Kenan alaycı bir tavırla:
-Evet canım biliyoruz, 6-7 Eylül’de Beyoğlu’nda en önde
yağmacılarla birlikte olan sendin.
-O hamasi bir duyguydu, Atatürk’ün evinin bombalanması
haberi bu duyguları kabarttı birden. Tabi haberin yanlış olması o olayları
doğru göstermez. Orada olmam bittabi hataydı.
Sigarasını küllüğe çırpan Selim masanın ortasına mıh gibi
çaktı gözlerini.
-Lorik Hanım vefat etmiş.
-Lorik Teyze mi? Yapma be!
-Lorik Teyze kim?
Kenan, Selim’e döndü suratını.
-Ermeni kendisi. Adalar’daki yazlık evimizin komşusuydu.
Burhan ve diğer çocuklarla sokakta oynadıktan sonra bizi çağırır kurabiye ve
şerbet verirdi. Bahçedeki meyve ağaçlarından dut, kayısı, erik envai çeşit
meyveyi önümüze serirdi. Ailelerimizle arası çok iyiydi, geceleri annem ve
teyzemle otururdu bahçede. Çok iyi kadındı. Bayramlarda verdiği mendiller hala
saklıdır bende. Beyoğlu’nda terzi dükkanı vardı. Annemin, ablamın elbiselerinin
çoğu onun elinden çıkmaydı. 6-7 Eylül olaylarındaki o infiâl de onun dükkanını
da yağmalamışlar, yerle yeksan etmişler ortalığı. Bir de üstüne tehdit etmişler
kadıncağızı. Memleketindeki bu tavır onda derin bir acı yaratmış, Adalar’dan
bir daha hiç çıkmamış, şehre hiç düşmemiş yolu. Kahrından ölmüş anlayacağın.
Burhan elini
yanağında gezdirdi bir süre, sonra yumruk haline getirdi. Pişmanlığını
gizlemeye çalışırmış gibi yumruk ettiği elinin içinde. Bir süre sessizlik
içinde içkilerini yudumladılar. Yavaş yavaş meyhanenin masaları boşalmaya
başlamış, çakır keyfler Beyoğlu sokaklarına atmışlardı kendilerini. Pek
konuşmayı sevmeyen Ragıp, sessizliği bozmak için masanın ortasına bir soru
fırlattı:
-Asarlar mı sence?
-Yok canım nereye asıyorlar, asmazlar, asamazlar.
-Değil mi ya? 10 yıl memlekete başvekillik yapmış adamı
asmak kolay mı! Bundan sonra mecliste ne olur acaba?
-Ne olacak ki, atmosfer direkt belli zaten. İsmet Paşa,
gerdeğe girecek bir delikanlı gibi iktidar için sabırsızlanıyor. Chp’nin artık
değişmesi, revizyona uğraması gerek.
-Kim gelecek Abi, Nihat Erim mi? Adam da bir kere liderlik
vasfı yok.
Kadehler döngü halini
almıştı ve artık ağızlardan sarhoşluğun verdiği yetkiye dayanarak çıkan
cümleler vardı sadece. Hayatın üzerinden kısaca bir geçildikten sonra Burhan
bir elinde kadehi diğer elinde sigarası ayağa kalktı. Bu mertebeyi de beğenmeyip
sandalyenin üstüne çıktı. Masadakiler de bir şaşkınlık hali. Kadehi kaldırdı ve
bağırarak;
-Benim için hala başvekil olan Adnan Menderes’in şerefine.
Diğer 5 kişiyi
ayıltan bir cümleydi bu, masa buz kesti resmen. Şu ahval ve şeraitte söylenecek
bir cümle miydi bu? Bırak söylemeyi, düşünmesi bile hayatını tehlikeye atmaktı.
Fakat laf ağızdan çıkmıştı, dilin kemiği yoktu. Tüm meyhane duymuştu bu
cümleleri. Meyhane de ve masalrda hafif bir hareketlilik hasıl oldu. Ragıp
kalksak mı artık diye sordu masadakilere, fakat şişe bitmeden kalkmak olmazdı,
oturmaya devam ettiler. Yaklaşık yarım saat sonra birkaç polis meyhaneden içeri
girdi, masadakiler asayiş kontrolü diye pek önemsediler polisi. Polisler
garsonlarla bir süre konuştuktan sonra masalarına doğru hareketlendiler. Bu
asayiş kontrolü değildi, biri ihbar etmişti besbelli. Polis amiri, inkilap
aleyine konuşmaktan bu 6 kişiyi tevkif ettiğini söyledi. 3 gün sonra Cumhuriyet
gazetesinin başsayfasının alt kısmında şöyle bir habere konu oldular:
“6 kişi Menderes için kadeh kaldırmaktan ve inkilap aleyhine konuşmaktan sanık.”
Zeyrek
Ankara
2016