19 Eylül 2016 Pazartesi

GREGOR'UN DİĞER YÜZÜ



           Bir sabah uyandığımda kendimi devcileyin bir böceğin karşısında buldum.Zırhı andıran sertlikteki bir koltukta yarı uzanmış bir şekilde oturuyordum. İnce ve uzun boynunun üstünde kocaman gözleriyle tepkisiz bana bakıyordu böcek.
           Etrafta  bembeyaz bir aydınlık var. Önündeki masada işkence aletleri kullanılmaya hazır bekliyor. Büyük bir böcek bana işkence yapacak , hiç gelemem böyle şeylere, konuş desin hemen anlatayım ama ne anlatacağım? Neden buradayım? Yakınlardan işkence sesleri geliyor , anlaşılan yalnız değilim. Bu beni rahatlattı mı yoksa  daha mı çok gerdi mi? Emin olamadım. Neyse şimdi buna kara verecek durumda değilim , kurtulursam düşünürüm belki. Kurtulursam akşam kirayı da vereyim artık , gene maaşın yarısını ev sahibine hediye et , ne güzel dünya...
          Beyaz önlüklü bir kadın gelip aletleri kontrol ediyor. Böcek işkenceyi kendisi yapmayacak bu kadına yaptıracak anlaşılan. Zaten kocaman gözlerinden başka işe yara bir uzvu yok gibi görünüyor. Cesaret edip başka taraflarına bakamıyorum. Kadın böceğin gözlerinin altına - normalde çene bulunması gereken yere - uzanıyor. Bu bir çeşit tapınma mı yoksa centilmen böcek kadının elini mi öpecek? Emin olamadım. Çok düşünmeme gerek kalmıyor; kadının eli çeneye dokunur gibi olunca , dev böceğin dev gözlerinden dev bir ışık parlıyor. Gözüm! Işık değil ateş sanki; yandı gözlerim. Bu nasıl iş böceğin gözünden ışık çıkar mı? Ateş böceklerinin gözünden mi ışık çıkar kıçlarından mı? Hiç ateş böceği görmüş müydüm? Emin olamadım. Göremiyorum , sadece beyaz. Arkadaş ilk dakikadan adamın gözü kör edilmez ki! Böcek kafasını aşağı eğdi galiba. Biraz rahatladım açtım gözümü , hafif bir yaş aktı sağ gözümün kenarından. Tamam bu bana yetti konuşacağım. İyi de ne konuşacağım bir şey demiyor ki pörtlek göz anca bakıyor öyle.
        Kadın eldiven takıyor , ağzımı açıyor. Sıra ağzımda. İşkence aletlerinden birini alıyor eline , üzerime eğiliyor. Biraz aşağıya baksam göğüslerini görürüm , büyük mü acaba? . Kadın çıtı pıtı bir şey aslında değildir. Her çıtı pıtı kadını göğüsleri küçük mü olur? Emin olamadım. Neyse şimdi işkencecimin göğüslerine bakarak kalan onurumu zedeleyemem. Dim dik yukarı bakıyorum zaten böceğin gözü üstümde... Deme bir şey öyle bak şerefsiz böcek. Kadın ağzıma soktuğu çubuğu hareket ettiriyor ama canımı yakmıyor. Ağzımda keşif mi yaptı ne yaptı zalımın kızı. Başka bir alet almak üzere doğruluyor  - baksa mıydım?
       Diğer işkenceciler de böyle bir böcek ve bir kadından mı oluşuyor? Ne saçma yer lan burası. Bir baksam mı etrafa? Benden beter durumda olan var mı acaba? Daha bana bir şey yapmadılar ki vardır tabi . Kadın tekrar eğiliyor bu sefer elinde sivri uçlu bir alet var ; hah başlıyor işte. Ulan böcek kurtulursam gözlerini oyacağım. Kurtulursam faturaları da yatırayım,  sudan da trt payı alıyorlar mı? Emin olamadım.
                  - Biraz canınız yanacak.
                  - Aaaaaaaaahhhhhhhhh




Cef..

8 Eylül 2016 Perşembe



 Leningrad Cowboys Go America (1989)


 1986'da müzik kariyerlerine başlayan bir grup Leningrad Cowboys. İlginç saç kesimleri ve giyim tarzları, esprili şarkı sözleri ile fark yarattıkları kesin. Finli yönetmen Aki Kaurismaki'nin ilgisini çekiyor ülkesindeki bu garip müzik grubu..


Filmde ise müziklerini pazarlama, bir şana şöhrete kavuşma isteği ile Amerika'ya yolculuğa çıkıyor grup üyeleri. Ne de olsa Amerika'da her saçmalığa yer var mantığıyla. Böyle bir grubun da Amerika yolculuğunda başına gelenler fazlasıyla komik oluyor haliyle.



Güzel müzikler eşliğinde keyifli bir yol filmi Aki Kaurusmaki'den...

7 Eylül 2016 Çarşamba



 Sıcak bir Eylül gecesi hazır henüz o sonbahar hüznü çökmemiş durumdayken asfalta yazdan kalan bu tatlı sıcaklığı güzel bir şarkı ile taçlandırmak istedim. Hava bu kadar umut kokarken insan ne kadar umutsuz olduğunu iddia etse de- ben gibi - yine de akla gelen şeylerde umut bulutları mavi mavi gülümseyebiliyor. Şarkı seçimim biraz meyveli şarap eşliğinde umarım daha hoşunuza gidecektir.



Mültefit


İzmir, Batı Ege menşeli bir grup Kırıka. İki baba albümü var, biri "Kabasaz" diğeri "Yılların Ettiğini". Kırıka'nın üstünde durduğu nokta, Batı Anadolu ve Ege'de yaygın olan bazı formları - bunlar zeybek, karşılama, sirto, kasap havası, çiftetelli gibi- kullanmak ve bugünün sözleriyle, dertleriyle, sevinçleriyle besteler yapmak. Brenna abla ile yaptıkları düet ve en bilindik şarkıları "İspirtocu Saim"..






O Homem do Futuro/Geleceğin Adamı (2011)


 Biz mi kaderi şekillendiriyoruz yoksa kader mi bizi şekillendiriyor. Her ikisi de ya da ikisi de değil.

 Brezilya yapımı bu film de zaman yolculuğu işlenen konu. Konu çok bayağı olsa da artık Latin Amerika kafası bu konuyu izlenir kılıyor.
Bilim adamımız Zero bir zaman makinesi icat eder ve 20 sene önceki hayatının aşkını kaybettiği ana geri döner.

 Başrolde Narcos'un Escobar'ı Wagner Moura var. Eğlenceye, sürprizlere ve Portekizceye doyabileceğiniz bir film.

2 Eylül 2016 Cuma


Ben kim miyim? Biraz senim, biraz ben. Biraz sizim, biraz biz, biraz da sizli bizli…
Ben kim miyim? Alim olma yoluna çıkan bir deli, veliliğe şaşıran bir er kişi…
Ben kim miyim? Biraz falanım, biraz filan, bir tutam da yalan…
Ben kimim, kimim ben? Gözleri açık uyuyan bir hayvan, hayvandan hallice bir insan…
Biraz bukalemunum, biraz yılan, birazcık da çıyan.
Kimim ben? Bir çocuk, bir lisan. Bir harf, bir ses, dumanı tüten bir baca, birazcık da sis.
Büyüdüm, oldum bir kelime bir işlem.
Biraz yardımsever, çokça vurdumduymaz, fazladan az bir seda, biraz duygusuz, belli ki doyumsuz…
Kimdim ben, kim oldum? Kıvrak bir soru işareti, dimdik bir ünlem, alfabenin iç sesi…
Ben neyim? Bir antipati, bir telepati, kalbim de birazcık F tipi…
Biraz Batı, çokça İç Anadolu, boydan boya Ankara…
Birtakım çelişki, biraz devrik, biraz da içli…
Çokça bohem, fazlaca karamsar, alabildiğine siyah…
Uçsuz bucaksız tarla, küçücük bir tarla faresi, biraz hırsız, çokça kinli…
Ben kim miyim? Azıcık evlat, azıcık arkadaş, doyurabildiğine dost, doyuramadığına vesselam…
Kimim ben? Biraz çizgi, fazlaca kesirli, azıcık dört işlem, bolca nokta…
Bil bakalım kimim ben? Biraz tuzlu, fazlaca acı, azıcık haydari, yanında şalgam.
Biraz otum, buralarda biraz pot…
Yorgunların uğrak yeri, kırgınlıkların kaderi… Ha bir de anamın kederi…
Yok yok bir garip Keloğlan değil. Rakımdan yudumlarım, sonra oturur ağlarım. Bir de Neşet çalarsa hepten harmanım.
Biraz tütün ver susarım. Dumanına dalar, kalbimi hatırlarım.
Fazlaca riskim ben. Kusanların kusmuğu, bozkırın nadasıyım.
Bir küllük içinde bastırılmış, kimsesiz bir izmarit, hiç kullanılmayan kapının koluyum.
Fazlaca belgisiz, bana göre belirsiz, sizce kimsesiz, hatta alabildiğine sessiz, terk edilmiş ama bekleyen bir geminin dümeni, martıların yediği simitlerde bir susam tanesi, bir tutam da zerresi…
Bir kilimin ilmiği, sevgililerin veda busesi.
Bir kibritin kokusu, Dikmen’in yokuşu, kurbanlıkların toklusu…
Asfaltın çakılı, denizin kumu, çayın posası, mısırın koçanı, karpuzun kabuğu, davulun tokmağı, dış kapının da dış mandalı…
Ben bir ambalajım, bir jelatin, belki biraz da keratin…
Ağacın yaprağı, sonbaharın bekçisi, gönlümün dayanılmaz işkencesi…
Başımın migreniyim, ciğerimin son nefesi, karnımın gurultusu, iğnemin deliği…
Çöpümün poşetiyim, duygularımın en ucuz kefareti, belki biraz da kefaleti…
Gecemin karanlığıyım, gündüzümün uykusu, yıllarımın da dipsiz kuyusu…
Ben baş aşağı bir yarasayım, keşke işe yarasaydım.
Ben düşüncelerin sonuncusu, aklımın kuyumcusu, odalarda ışıksız, denizde de hep balıksızım.
Okyanusun damlası, kır atın sol daş.ğı(anca), sağ elimin baş parmağı, onun da olsa olsa tırnağı…
Ben kim miyim? Solundaki isyan, sağındaki feryat figan, önüm arkamsa sobe…
Sobadaki kestane(onun da açılmayanı), kara kalemin arkasındaki diş izi, belki biraz diş ipi…
Ortasından sıkılan diş macunu, rafların tozu, o tipsiz adamın pozu…
Biraz gel-gitlli, zaman zaman heyheyli, azdan çok da serseri…
Tükenmeyen bir yağmur, bitmeyen bir inşaat, fazlaca enkaz, çokça deprem, yangın, sel, felaket. (AKUT sen beni s.ktir et ! )
Ben bir denemeyim, bir yanılma, birden fazla yanılsama…
Bir kokuyum, bir doku, hızlı giden atın seyrek b.ku…
Yılan gibi kıvrak, yavru kedi kadar korkak, ama olsun alnım ak, yüzüm pak…
Ben siyasetin ibneliğiyim, dinin sömürgesi, kapitalizmin bilmem nesi…
Gazetenin herhangi bir köşesi, kitabın son sahifesi, boş bir içki şişesi…
Bir gözün bir hücresi, kulağın üzengisi, dilin ise olmayan kemiği…
Yazın harareti, kışın kıyameti, bebeğin ağzından düşüp duran emziği…
Müezzinin sela sesi, mezarın bir böceği, bir hayatın katili…
Ben bir hastayım, biraz da rahatsızım.
Size edilen bir küfür, edilemeyen o hoş kelimeyim…
Lisanım sizsiniz, özüm benim. Sevgi yolunda çırpınan bir sevgisiz, fazlaca sevimsiz.
Ben babamın diyemediği, ben bir utanç vesilesiyim…

Beni sorarsanız ben kim miyim: Anamın üç beş damla gözyaşıyım.

Meyus
Yemen Blues, Ravid Kahalani -canlı performanstaki garip saçlı solist abimiz oluyor kendileri- tarafından kurulmuş, İbranice olsun Arapça olsun şarkılar ortaya koyan bir grup. Funk, jazz, blues türlerini yerel tatlarla harmanlayarak etkileyici şarkılar çıkarıyorlar. Son albümleri "İnsaniya" ise 2015 yılında çıkmış olup yine kaliteli parçalara sahip. Bu canlı performans da Filistin'de bir nargileci de yapılmış olup çok etkileyici. Şarkının ismi Jat Mahibathi. Türkçesi "Geliyor iki gözümün çiçeği" diyebiliriz aslında..  Nargile tüttüren dayı, güzel saçlı Finli perküsyonist abimiz, solist Ravid'in sesi, ortamdan sanki rahatsız olan esnaf abi... sonlarda zılgıt çeken Filistinli genç gardaşımsın...